28 Mart 2011 Pazartesi

"Athena: Goddess of War" (2010)

Athena: Savaş Tanrıçası



Athena Güney Kore'nin geliştirmekte olduğu nükleer teknolojiyi engellemeye çalışan Amerika ve müttefiklerinin kurduğu gizli bir örgüttür. Amaçları tüm dünyadaki güç dengelerini kendi lehlerine sonuçlanacak şekilde manupüle etmektir. Bu uğurda her türlü yolu kullanmalarından dolayı çok tehlikeli bir örgüttür.

 Lee Jeong-woo
 Yoon Hye-in
 Yoon Hye-in
 Han Jae-hee

 Son Hyeok
 Kim Joon-ho
 Kim Gi-soo

Bu nükleer tesisin güvenliğini bizzat Güney Kore başkanı tarafından oluşturulan özel bir birim (NTS) üstlenmektedir. Dizide bu iki örgütün ajanlarının birbirleri ile olan mücadelesini konu alıyor. Tabi bu kadar sığ bir konusu yok. Bu yüzeysel bir tanım. Her Güney Kore dizisinde göreceğiniz gibi dram ve aşk var. İris dizinin devamı niteliğinde olduğu için beklentiler yüksek tutulmuştu. Ancak onun yanında çok zayıf kaldığını söyleyebilirim. Dizide belkide rolünün hakkını veren tek adam Son Hyeok karakterini canlandıran Seung-won Cha'ydı. Kim Gi-soo'da benim beğenimi kazandı. Diziye sakarlıklarıyla damgasını vurdu :) Son bölüme kadar oyunculukları gözüme batmamıştı ama son bölümde öyle bir hata yapmışlar ki olacak iş değil. İzleyenler tam altıncı dakikaya baksın tavsiye ederim :) Ji-ah Lee bunu yapmayacaktın :P Resmen oyunculuğun bitti benim gözümde. Yine sonlara doğru peşinden sana uyan biri vardı.Woo-sung Jung... Sen ki A Moment To Remember, Daisy, The Restless, The Good, the Bad and the Weird filmlerinde ki oyunculuğunla beğenimizi kazanmış bir oyuncusun ama senden bu kadar kötü oyunculuk beklemezdim. Yeni yetme oyuncu olan Si Won bile son bölümde seni solladı.




19.bölümün sonunda çalan parçayı daha önce yayınladılar mı bilmiyorum ama ilk defa o zaman fark ettim. Dizide beğendiğim bir tane şarkı vardı. Onun yanına bunu da ekledim.



Dizide ki favori şarkıma gelince muhteşem sesiyle beni büyüleyen Taeyeon'dan Sarangheyo.




Buradan sonrası dizinin sonu ile ilgilidir. İzleyenler bakabilir.
Son bölümün son saniyelerine kadar bekledim biri daha gidecek diye. İris'den alışmışız çünkü. Yine arkaplanda bir deniz ve tesadüfe bakınki bir yarış motoru geçiyor. Yoksa mı dedim yine :) Neyseki öyle bir şey olmadı. Bu yönden iyi bittiğini söyleyebilirim dizinin.

16 Mart 2011 Çarşamba

The Fountain (2006)




Yaklaşık 3 yıldır pc'de bekleyen bir filmdi. Bu zamana kadar neden izlemedim hiç bilmiyorum. Oysaki fantastik yapımları severim. Hugh Jackman'ın oyunculuğu da fena değildir filmlerde. Bütün bunlar bir araya gelince izlemekte geç kalınmış bir film oldu benim için.


Konusuna gelince önce bir alıntı yapacağım;


The Fountain, üç farklı zaman biriminde, bir adamın sevdiği kadını kurtarmak için başından geçen bin yıllık serüveni konu almaktadır. 15. yüzyılda İspanya'da yaşayan Tomas ölümsüzlük verdiği sanılan efsanevi bir çeşmenin arayışına çıkar. Günümüzde, Tommy Creo isimli bir bilim adamı, kanser olan eşi İzzy'yi kurtarabilmek için umutsuzca bir tedavi yöntemi keşfetmeye çalışmaktadır. 25. yüzyılda, astronot olan Tom ise uzaydaki gezintisi sırasında kendisini çok uzun sürelerdir rahatsız eden olayların arkasındaki gerçekleri keşfeder. Bu üç adamın hikayesi tek ve ortak bir gerçeğe uzanmaktadır...
Konudan da gördüğünüz üzere üç farklı zamanda üç farklı kişilik tasvir edilmiş. Üçününde ortak noktası ölümsüzlüğü bulmaya çalışmak. Bunun için ayrı oyuncular bulsalar daha iyi olurdu bence. Bütün rolleri aynı kişi oynamış ve şekilden şekile sokulmuş. Bu durum seyircinin kafasını da karıştırıcı bir unsur olmuş. Tek seferde bu üç karakterin deja vu gibi aynı şeyleri görmesi tamamen seyircinin kafasını karıştırmaya ve filmi uzatmaya yönelik bir adım gibi. Zaten filmin süresi yaklaşık 1,5 saat çoğu bu kısımlarda geçiyor. Asıl konuya gelince eski çağlarda İspanya kraliçesi olan bir kadın askerlerinden birine keşfedilmemiş bir yerde Hayat Ağacı olduğunu söyler. Bunu bulursa kendisi ile evleneceğini söyler ve asker yola koyulur. Diğer bir zamanda bir keşiş kendisini bir odaya kapatmıştır ve düşünce gücüyle ağacın yerini bulmayı amaçlıyordur. 25.yüzyılda ise çaresi bulunamayan bir tümörün tedavisi üzerinde çalışan doktor Creo'nun eşi de bu hastalığa yakalanmıştır. Doktor ve ekibi bu ağacın gövdesinden elde edilen bir parça sayesinde tümörü yendiğini, dahası eskisinden de iyiye gittiğini zamanla keşfeder. Ancak doktorun eşinin fazla zamanı kalmamıştır. Bu arada eşide bir yazardır ve Fountain adında bir hikaye yazıyordur. Hikaye eski zamanlarda geçiyordur. Yani filmimizin en başındaki hikaye. Bir ortak noktada burada var. Filmin sonu ile ilgili ipucu vermeyeceğim bu yüzden izlemeniz daha iyi olur. Filmin yönetmenine de değinmeden olmaz. Darren Aronofsky'nin filmleri genelde iyi oluyor zaten. Ama bu filmden çok fazla bir şey beklemeyin izlemeyi de eksik etmeyin. Son cümlelerimi yazarken filmde çok fazla dikkatimi çekmedi uyku sersemi halde izlediğim için olabilir ama Clint Mansell'in müzikleri iyidir. Sonunda güzel bir müzik vardı yanlış hatırlamıyorsam.

7 Mart 2011 Pazartesi

Koşu Maceralarım

Bu sefer blogu günlük gibi kullanayım dedim. Bugün baya resim çektim tek tek twitter'a göndermek yerine bloga gönderip buranın linkini vereceğim.


İlk olarak Ortaköy - Kuruçeşme - Arnavutköy - Bebek boyunca bugünde koşmayı düşünüyordum. İnanılmaz keskin bir rüzgar vardı. Kuruçeşmeye gittim. Parktan çıktıktan sonra bir süre koştum fakat olacak gibi değildi rüzgar şiddetini arttırmıştı ve geri döndüm.


Kuruçeşmede çektiğim fotoğraflar

Fotoğrafların üzerine tıklayarak orijinal boyutunu görebilirsiniz.



Bu sevimli köpeğin dün fotoğrafını çekmeye çalıştım ama pek sevimli bakmıyordu o yüzden yanaşamadım :) Ama bugün alışmış artık yabancı değilsin der gibiydi :P Poz bile verdi.






Dün Savarona yatının resimini uzak çekim olarak vermiştim. Bugün daha yakından çekeyim dedim. Değişik yerlerden üç farklı resim çektim.

Kuruçeşme parkından çıktıktan sonra denize yakın olmayan bir yere Yıldız Parkına gittim. Aslında aklımda vardı en baştan oraya gitmek. Tahmin ettiğim gibi orada rüzgar yok ve hava daha iyiydi. Girişten itibaren bana bir ton malzeme çıktı :) İşte bunlar;

Yıldız Parkı resimleri



1 Mart 2011 Salı

Postman to Heaven (2009)




Jae-joon (Kim Jae-jung) ölen insanların sevdiklerine yazdıkları mektupları cennete götürdüğünü söyleyen bir postacıdır. Ha-na (Han Hyo-ju) ise kendisini aldatan ve sonrada ölen eski sevgilisine kızgındır. Bir gün mektubunu bırakırken orada karşılaşırlar ve Jae-joon ona böyle mektuplar yazmamasını, cennete kötü şeyler yazılan mektupların gönderilmediğini söyler. Kendisinin ise bir melek olduğunu ve işinin bu mektupları cennete götürmek olduğunu söyler. 


Ha-na bunun gerçek olduğuna inanmaz ama zamanla inanacaktır. Jae-joon işinde ona yardım etmesini ve iyi bir maaş ödeyeceğini söyler. Ha-na ona inanmadığı için ilk başta teklifi kabul etmez ve kendine başka bir iş arar. Bulduğu iş yeri bir düzenbazın yeridir. Değişik türlerdeki seslerle insanların başkalarına telefonda yalan söyleyip o mekanda olduğuna ikna etmek için hazırladığı sesleri satan bir adamdır. Ha-na bu işi sevmez ve oradan ayrılır. Ertesi gün yine posta atmaya gittiğinde Jae-joon oradadır ve iş teklifini kabul eder. İşleri gelen mektupları okuyup kötü olanları ayırmak ve yakınlarını kaybedenlerin öteki dünyadaki sevdikleriyle kırgınlıklarını gidermek için onlar adına onu affettiğini, yanlış anlaşılma olduğunu, veya onunla gurur duyduğunu belirten daha önceden hazırlanmış gibi gösterilen bir takım belgeler hazırlamaktır. Bir bakıma insanları kandırıyorlardır. Bu iş ilk başta eğlenceli gelse de Jae-joon'un Ha-na'nın saf duygularına kapılıp ona aşık olmasıyla başka bir boyut kazanır.



Güzel kurgulanmış bir filmdi. Fantazi, romantizm, dram hepsi bir arada güzel bir harmoni olmuş. Müzikleride enfes bu arada. Ben sevdim sizinde seveceğinize eminim. Tavsiye edebileceğim filmlerdendir.

Ekleme: Az kalsın unutuyordum bu filmi de tavsiye eden pi idi :) Tekrar teşekkürler.

Midnight FM (2010)





Konusu Güney Kore filmlerinde çokça gördüğümüz rehin alma, çocuk kaçırma ve sonrasında gelişen olaylar üzerine. Ancak bu filmi onlardan ayıran özellik katilin bunu radyo istasyonunda çalışan DJ, Ko Seon-yeong (Su-Ae)'nin programının son gününde canlı yayına bağlanması ve evinde kızlarına bakan ablasını rehin almasıyla başlar. Canlı yayında istekleri karşılanmazsa sevdiklerine zarar vereceğini söyler. Bütün dinleyicilerin şahit olduğu olay sayesinde katil egosunu tatmin ediyordur. Daha öncede bir çok cinayet işleyen seri katilin bu sefer ki hedefi Ko Seon-yeong'un küçük kızıdır. Eve girdiğinde çocukları bulamayan katil, Ko Seon-yeong'un ablasını rehin alır ve canlı yayında istediği şarkıları çalmazsa öldüreceğini söyler. Polise haber vermemesini de ikaz eder. Ko Seon-yeong hemen polisi arar ve gerçekten evde olup olmadığına bakmalarını ister. Eve giden polislere kardeşiyim diye kapıyı açan katil polisleri etkisiz hale getirir ve ablasının ayak parmağını keser. Türlü türlü isteklerde bulunup çocukların nerede olduğunu öğrenmeye çalışır. Ko Seon-yeong'un küçük kızı konuşamayan bir çocuktur. Ko Seon-yeong son yayınından sonra kızını yanına alıp Amerika'ya gitmeyi düşünüyordur. Ameliyat olmasını ve düzelmesini sağlamanın en son yolu budur. Fakat önünde büyük bir engel vardır.

Temposu ve sapıklık derecesindeki saplantılı kişilikleriyle bahsettiğim klişe durumundan bir nebze olsun sıyrılmış bir film. Çok fazla bir şey beklemeden gerilim filmi sevenlerin izleyebileceği türde bir yapım. Su-Ae yine oyunculuğunu konuşturmuş.

Frozen (2010)





Küçüklüğünden beri annesinin nerede olduğunu öğrenmeye çalışan şimdilerde 20 yaşında olan Wing (Lan Wei) bir gün büyükbabasını ziyarete gider. Babası ve büyükbabası bilim adamlarıdır. Ziyaret sırasında aniden fenalaşan babası hastaneye kaldırılır. Hastanede kendine gelen babası ona doğum günü hediyesi verir.



Doğum günü hediyesi bir anahtardır. Bir süre sonra babası ona gerçekleri anlatır ve kendisinin gerçek babası olmadığını bu anahtarında gizli bir yere ait olduğunu söyler. Bir süre sonra babası vefat eder ve Wing anahtarla tarif edilen yere girer. Burada göreceği şey onun hayatını tamamen değiştirecektir. Depoda gördüğü butona basar ve içinden buzları yeni çözülmüş genç bir kadın çıkar. İlk başta kim olduğunu anlayamaz ve korkar. Butona bastığında çalan alarm üzerine gelen büyükbabası ona gerçeği anlatır. 20 yıl önce ölümcül bir trafik kazasında yaşamını yitirmek üzere olan annesini dondurduklarını ve ilerleyen teknoloji sayesinde onu bugüne kadar getirdiklerini ve tedavi ettiklerini söyler. Ancak butona basıp kapağı açtığı için son aşamaya geçmemiş vücudun olumsuz etkilenebileceği ve tam iyileşemeyebileceğini söyler. özlemle beklediği kişi annesi özel bir yapının içinde dondurulmuştur. Büyükbabası acil olarak Amerika'ya gitmesi gerektiğini söyler. Tedavinin son aşaması için gerekli olan ilaçları oradan bulabileceğini ve annesine o olmadığı zamanda göz kulak olmasını, bulunduğu oda dışında hiç bir yere gitmemesi gerektiğini anlatır.


Şimdilerde aynı yaşta olan anne ve kız bu duruma alışmakta zorluk çekeceklerdir. Wing onu beklerken uyuyakalır ve annesi not bırakıp babasını aramaya gittiğini söyler. Her şeyin farkında olan genç anne bu duruma kolay uyum sağlamıştır.

Janice Man (Gigi) Wing'in annesi

Annesinin izini takip eden Wing onu bulur ve birlikte babasını aramaya başlarlar. Bizde buradan sonra gençlik yıllarında neler olduğunu öğreniyoruz.

Fantastik konusu sayesinde izlemeye karar vermiştim. Ortalamanın üzerinde eğlenceli birazda romantizm kokan bir film. Çeviriyi yapan Aysemin'e de teşekkürler :) Kusursuz bir altyazı olmuş.

My Mom (2010)

Woman's Mother
A Long Visit
Chinjung Eomma
Annem




Ji-Suk'un annesi (Kim Hae-sook), büyüyüp akıllı ve güzel bir kadın olan kızıyla her zaman gurur duymuştur. Ji-Suk (Park Jin-Hee) evlendikten sonra anne olmuştur. Ama annesinin ona hala bir bebek gibi davrandığını düşünür ve annesiyle birlikte ilk kez bir yolculuğa çıkmaya karar verir.
Dikkat yazı spoiler içerebilir!
Zor bir çocukluk geçiren fakir bir ailenin kızı olan Ji-suk, okul arkadaşlarına karşı annesini göstermekten utanç duyuyordur. Annesinin evde gördüğü şiddetten dolayı yüzü morluklar içerisindedir. Bunu dışarıya yansıtmamak için onu veli toplantısına bile çağırmak istemez. Babası tek bacağı sakat olan bir otobüs şoförüdür. Eve yorgun gelip durduk yere eşini dövmek için bahaneler bulan insanın sinirlerini tepesine çıkartan bir adamdır. Filmi izlerken bile böyle bir olayın vuku bulmasını görmek istemiyorum ama maalesef hayatta böyle. Sinema bir bakıma hayatın bir özeti gibi. Annesi kızı için her türlü fedakarlığı yapmayı eksik etmez. Genç kız çocukluğunun bu travmatik durumu göz önüne alındığında. Haklı olarak annesine büyüyünce evlenmeyeceğini söyler. Neyse... Yıllar geçer Ji-suk üniversite eğitimi için Seul'e gider. Üniversitede tanıştığı ailesi zengin bir genç ile evlenme kararı almışlardır.


Ancak burada da fakirlikleri onların peşini bırakmayacaktır. Erkek tarafının ailesi kızı istemiyordur. Genç adam kızı ve aileleri tanıştırmak için bir yemek ayarlar. Gergin geçen yemekte kız ve erkek tarafının anneleri birbirlerine kötü sözler söylerler. Kızının aşağılanmasını kabul edemeyen anne altta kalmaz ve kadına ağzının payını verir. Daha sonra anne yüreği kızının mutsuz olmasına daha fazla dayanamaz ve gizlice gidip kadından özür diler ve ayaklarına kapanır.



İki kadın arasındaki bu olay bir sır olarak kalır ve evlenmelerine izin verilir. Kısa süre sonra bir çocukları olur ve günlerden bir gün annesinden telefon alır ve babasını kaybettiğini öğrenir. Sevinsin mi üzülsün mü bilemez. Annesi büyük bir beladan kurtulmuştur. Onun düşüncesi böyledir. Ancak annesi eşinin dayağına alışmış ve onu kaybettiği için üzülüyordur.



Artık annesi onu o annesini belli aralıklarla ziyaret ediyorlardır. Yine böyle günlerden bir gün Ji-suk annesine haber vermeden onu ziyarete gelir. Bir süre orada kalacağını söyler. Midesinden rahatsız olduğu için her şeyi yiyemediğini önemli bir hastalığı olmadığını söyler. Annesi ile güzel vakit geçirirler. Onu dışarı çıkartıp istediği şeyleri alır ve bir fotoğraf çektirelim der.


Ji-suk aslında yavaş yavaş annesine veda ediyordur. Gizlediği sırrını çok fazla tutamaz. Annesi onun davranışlarından bir şeylerin yolunda olmadığını anlar. Kendi ağzından duymasa bile bir şekilde öğrenmeyi başarmıştır. Filmin bundan sonrasını izleyiciye bırakıyorum. Mendillerinizi hazırlayın derim.


Filmi tavsiye eden pi'ye çok teşekkürler.

Newer Posts Older Posts